Beden Eğitimi ve Spor Portalı  


Go Back   Beden Eğitimi ve Spor Portalı > Kütüphane > Çocuk ve Spor

Çocuk ve Spor Çocuklarda dayanıklılık, kuvvet, sürat, teknik vs.

beden eğitimi
beden eğitimi
Sitemize hoş geldiniz. Konuları beğenmeyi unutmayalım.

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 28-11-2009, 21:21   #1
binali
Super Moderator
 
binali - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Şub 2008
Bulunduğu yer: Samsun
Mesajlar: 2.731
Teşekkürleriniz: 14
89 Mesajına 129 teşekkür edildi.
Tecrübe Puanı: 19
binali will become famous soon enough
Standart

Reklam Alanı
cellPadding=3 >

>
colSpan=2 Bir Değer Olarak Çocukluk
>
colSpan=2 Mehmet Yapıcı, Şenay Yapıcı
>
colSpan=2 AKÜ Eğitim Fakültesi
>
colSpan=2
>
colSpan=2



Çocuk, eşsiz bir varlıktır. Soru sorar, gözlem yapar ve anlamlandırmaya çalışır. Ve bütün bu etkinlikleri yetişkinlere rağmen yapar. Çocuk, yöntemsiz bir bilim adamı gibidir. Daldan dala konar, koşar ve yorulur. Bilgiye açtır. Bilgiye açıktır. Öğrenmeye güdülenmiştir. Yetişkinlerin dünyasına geçinceye kadar, bu özellikleri azalarak devam eder. Yaşamdan yana bir güzellikten bahsedildiği yerde; çocukluğa dair bir iz mutlaka vardır.


Çocukluk, her yetişkinin imrenerek baktığı ve geri dönüp tekrar yaşamak istediği bir süreçtir. Bu süreci bu kadar değerli yapan, insanın evren içindeki işgal ettiği tertemiz bir nokta olmasıdır. Çocukluğuna dönmek isteyen her yetişkin aslında arınmak, yaşamın kirliliğinden kurtulmak istemektedir. Kuşkusuz, bu çoğunlukla bilinç altı süreçleri yoluyla yönlendirildiğimiz bir eğilimdir.


Çocuk kavramı ya bir evlat ya da bir toplumda yetişkinlerle aynı ölçüde tam bir ekonomik ve hukuksal statü kazanamamış birisi anlamında kullanılır. İkinci gruptaki insanlar, çocukluk diye bilinen ve yaşla bağlantılı bir dönemden geçmektedirler. Çocukluk kültürlere ve tarihsel dönemlere göre değişiklikler göstermektedir (Marshall, 1999).


Çocukluk kavramı farklı bilim alanları açısından farklı betimlenmektedir. Çocukluğun hangi yaşlar arasında olup bittiği de bu farklı betimlemelerden dolayı değişmektedir. Bu çalışmada, çocukluk kavramı, daha çok bilişsel ve duyuşsal gelişim açısından düşünülmektedir. Bu nedenle de, çocukluk yaşı, eğitim psikolojisinin verileri doğrultusunda doğumdan, bireyin soyut işlemler dönemine kadar olan süreç olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla kesin bir yaş sınırlaması koymak oldukça yanıltıcı olabilir. Çünkü, her bir bireyin, kalıtımla sahip oldukları ve kültürel doku aracılığıyla edindiği uyarıcıların bilişsel ve duyuşsal ve fiziksel gelişimleri üzerinde yarattıkları etki birbirinden farklılık gösterebilmektedir. Belirsizliği ortadan kaldırmak için, ergenlikle soyut düşünme becerileri arasındaki doğrusal ilişki göz önüne alınarak, çocukluğun, doğumdan ergenlik dönemine kadar olan süreç olduğu ileri sürülebilir. Çocukluğun Tarihçesi


Eski çağlarda, çocuğun yazgısı anasının yazgısına bağlıydı. Her ikisi de, kölelerden biraz daha iyi durumdaydılar. Ama bu, döve döve sakat bırakılmalarını, kurban edilmelerini önleyemiyordu. Köleci Antik Yunan Ve Roma uygarlıklarında babanın aile üzerindeki otoritesi sonsuzdu. Romalı baba, çocuğunu dilediği gibi cezalandırabilir, alıp satabilir, sakat bırakabilir ve öldürebilirdi. Gerçek şu ki, eski toplumlar, çocuklarını sömürerek, ezerek, acımadan çalıştırarak, kırbaçlayarak yetiştirmişler, işe yaramaz olunca evden atmışlar ya da öldürmüşlerdir (Yörükoğlu, 1984).


Günümüzde, insanlar, bu tür vahşetleri kendi çocuklarına yapmasalar da, “başkalarının” çocuklarına yapabilmektedirler. İllegal organizasyonlar eliyle, sokakta dilencilik, kapkaç yapmak üzere eğitilen ve yönlendirilen çocuklar, organları alnıp satılan çocuklar, fuhuş pazarında pazarlanan çocuklar, elinde oyuncağı ile savaş alanlarında ölen çocuklar hep başkalarının çocuklarıdır. Kendi çocuğunun başına gelmediği sürece, “uygar insan!” bunlar üzerinde düşünmeye gerek duymaz. Çocukluk, kendi çocuğuna eziyetten başkalarının çocuğuna eziyet etmeye geçişin tarihçesi gibidir.


Aristo, insan yaşamında çocukluğu bir felaket olarak sunuyordu. İnsan yaşamını tehlikeye sokabilecek her türlü zorluklar, hastalıklar, kazalar arasında çocukluk dönemi de bulunuyordu. Çocuk, hareketlerinde aklını kullanamadığı için erdeme ulaşamazdı. Çocukluk kendi haline bırakılacak olursa, mutsuzluk ve huzursuzluktan ibaretti. Augustin, yüzyıllarca etkisini sürdürecek anlayışında, çocukluğu günahkarlıkla niteliyordu. Augustin’e göre, bebeğin, annesinin memesine saldırması bile, kıskanç olması, kimseyle bir şeyini paylaşmak istememesi gibi günahkarlığının belirtisiydi. Augustin, çocuğun iyiliğe yatkınlığını da onun zayıflığına bağlamaktadır (Bumin, 1983).


Ortaçağda (yaklaşık olarak M.S. 500-1500 yılları arası) çocuk minyatür bir yetişkin olarak görülüyordu. O dönemde, doğum ve bebek ölüm oranları çok yüksek olduğu için, altı yaşından küçükler, ailenin bir üyesi gibi dahi görülmüyordu (Gander Ve Gardiner, 1998). Philippe Aries’e göre, Ortaçağ’da bir bebek kundaktan çıkar çıkmaz yetişkin yaşamının bir parçası olur, aynı oyunları oynar, toplumsal yaşamı ve giyim biçimini paylaşırdı.Çocuklar ne ayrı tutuluyor ne de özel bir kategori olarak tanımlanıyordu (Aktaran; Spring, 1991). Bütün ortaçağ boyunca, ressamlar, “inanılmaz bir şekilde”, çocukları anasının kucağında bir büyük adam minyatürü olarak çizmişlerdir (Illich, 1985).


Fransa’da 1639’da yayınlanan bir bildiri ile, babalar, kendilerine kötü davranan çocuklarını yargılamadan hapsettirme yetkisini elde ediyorlardı. Cezanın süresini ve cinsini tespit eden babaydı. Dolayısıyla ana-babalar ile çocuklar arasında herhangi bir duygusal yakınlık söz konusu değildi. 18. yüzyıl ortalarında, Voltaire, Diderot ve Helvetius gibi aydınlanma düşünürleri, çocukluğu, şeytanın üzerinden elini çekmediği, kötülüğe ve günaha sürekli bir eğilim değil, bir saflık dönemi olarak sunmaya ve tanıtmaya çalışıyorlardı (Bumin, 1983).


Ortaçağ çocukluk anlayışı, Hırıstiyanlığın “insanın günahkâr olarak doğduğu” savı üzerinde biçimlenmişti. Çek Pedagog J. A. Comenius (1592-1671) tarafından, eğitim; ruhbilim verilerine dayalı olarak ilk defa tasarlanarak (Hesapçıoğlu, 1992), ortaçağ eğitimine ve dolayısıyla çocukluk anlayışına vurulan ilk darbelerden birisi oldu. Bu zihniyet değişimi, J. Locke’un (1632-1704) tabula rasa ilkesiyle sarsılmaya, J.J. Rousseau'nun (1712-1778) Emil’i ile ortadan kalkmaya başladı. Locke, insan doğduğu anda boş bir levha gibidir diyerek insanın doğuştan günahkar olduğu inancını sarsmıştı. Emil ile birlikte, çocuğun yetişkinden farklı, kendine has bağımsız bir varlık olduğu gerçeği yavaş yavaş batı eğitim kurumlarının yapı ve anlayışını, ailenin ve devletin çocuğa bakışını değiştirmeye başladı.


J.J. Rousseau Emil’de okuyucuya şöyle seslenir: Babalığın gereklerini yerini getirmeyecek bir insanının baba olmaya hakkı yoktur. Çocuklarını beslemek sorumluluğunu bir babanın üzerinden atması için ne yoksulluk, ne iş güç, ne de etraftan utanma gibi mazeretler geçerli sayılabilir. Bu sözler, ancak ortaçağ çocukluk anlayışının ne olduğu bilindiğinde anlamlı hale gelmektedir. Zamanına göre, bu sözler devrim niteliğinde, statükoya (dolayısıyla kiliseye) bir başkaldırı olarak düşünülmelidir.


Çocukla belli bir yakınlığı gerektiren aile ilişkileri ilk olarak burjuva ailelerinde doğmaya başladı. 17. yüzyılda yazılmış bir çok anı kitabında, burjuva ailelerinin çocuklarına gösterdiği yakınlıktan, şaşkınlıkla bahsedildiği görülmektedir. Çocuklarıyla ilgilenen, onları seven ve değer veren bu burjuva aileleri, (geleneksel) çocuk eğitimini alt üst etmekle suçlanıyordu (Bumin, 1983).


Sanayi devrimi ile birlikte, ABD ve İngiltere gibi gelişmekte olan sanayi ülkelerinde, alt sınıfların çocukları fabrikalar için gerekli emeğin önemli bir unsurunu oluşturdular. Küçük yaşta çalışmaya başlamalarıyla birlikte, alt sınıf çocuklarının “çocuklukları” yoktu denilebilir (Spring, 1991). Gittikçe artan teknolojik ve bilimsel ilerlemelerle birlikte, çocukların fabrikalardan okullara yönlendirilmeleri bir zorunluluk gibi algılanmaya başlandı. Çünkü, daha fazla eğitimli insana ihtiyaç vardı. Bu da, çocukların tekrar çocukluklarına kavuşmaları anlamına geliyordu. Deyim yerindeyse, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başı çocuğun dünyasını keşfetme zamanları oldu. Bir çok insan, akademik yaşamını ve enerjisini çocukluğun keşfedilmesine ayırdı. Bunlardan en ünlüsü ve çocuk eğitimine damgasını vuranlardan birisi de; Jean Piaget’dir. Piaget, zihinsel olarak ortaçağda kalmış uygar! insanlara, çocukluğun kendine has bir takım bilişsel ve duyuşsal nitelikleri olduğunu göstererek eğitim kurumlarının kendisini çocukların bilişsel ve duyuşsal beklentilerine göre ayarlamasına katkıda bulundu.


Bütün bu gelişmelere rağmen, Çin’de, 20. yüzyıla kadar, fazla görülen kız çocuklarını öldürmek olağan kabul edilirmiş. Afrika’da bugün bile, istenmeyen çocuklar ormana bırakılabilmektedir (Yörükoğlu, 1984). Ülkemizde hala, anne ve babasının gururlu bakışları arasında, evinin ekonomik bütçesine katkıda bulunan binlerce çocuk sokaklarda dilendirilmektedir. Bedenleri ağırlığında işporta tezgahlarını taşıyarak, çeşit çeşit mallar satmaya çalışmaktadırlar. Çağcıl Çocuğun Panoraması


Çocukluk sosyolojisi kapsamında yapılan incelemeler, bu terimin modern Batı toplumunun kuruluşunda güçlü bir sembol işlevi gördüğünü ortaya koymaktadır. Çocukluk oldukça muğlak bir terimdir. Bu da onun sembolik işlevini artırmaktadır. Bir yandan, çocuklar anne-babalarının üstlerine titredikleri değerli varlıklar olarak görülürken, bir yandan da toplum için bir maliyet ve yük konumundadırlar (Marshall, 1999).


Gelecek, çocuk açısından, 21. yüzyıl bir felaket dönemi olarak anılabilir. Bugün, çocuklarla ilgili teorik olarak oldukça güzel gelişmeler olduğu söylenebilir. Kağıt üstünde, onların hakları vardır, her çocuğun eğitim gereksinimi yasalarla güvence altına alınmıştır. Çalışma yaşamında, onların hakları yasalarla korunmaktadır. Bütün bunlar doğru ama uygulamada ne kadar geçerliliğe sahip olduğunu anlamak için şu sorulara olumsuz yanıtlar vermemiz gerekir:


1.Çocuklara yönelik cinsel istismar ve cinsel amaçlı kullanma ortadan kaldırılmış mıdır?
2.Çocuk, aile, sinema, televizyon, yetiştirme yurtları, okul gibi kurumlarda cinsel bir meta olarak sömürülmekte midir?
3.Yasalara rağmen, çocuk işçilerin çalışma yaşamındaki ağırlıkları iyileşmekte midir, kötüleşmekte midir?
4.Ailede çocuğa yönelik şiddet azalmakta mıdır?
5.Savaşlarda çocuk ölümleri engellenmekte midir?
6.Sokakta yaşayan çocukları sayısı artmakta mıdır?
7.Çocuk suç oranları azalmakta mıdır?
8.Çocuk ölüm oranlarında, zengin ve fakir ülkeler arasında bir uçurum var mıdır?


Kağıtçıbaşı’nın (1998) yaptığı araştırmaya göre; çocuğa yüklenen anlam ile anne-babanın eğitim düzeyi arasında doğrusal bir ilişki vardır. Eğitim düzeyi yüksek aileler, çocuğu ekonomik değer yaratan biri olarak görmezken, eğitim düzeyi düştükçe, çocuğun ekonomik değer yaratan birey olarak görülmesi olasılığı artmaktadır. Bu yönüyle, çocukluk kavramı temelde sosyo-kültürel bağlamda değerlenen bir kavrama dönüşmektedir.


Çocukluk kavramının sosyo-kültürel bağlamın dışında bir algı ile kavramsallaştırılması, ulusların ekonomik gelişmişliği ile çok yakından ilintilidir. Anne-babaların eğitim düzeyinin yükseltilmesi, ekonomik olarak daha yüksek düzeyde refaha ulaşmak, çocuğa bakışı da değiştirmektedir. Bu nedenle de, çocuğa yönelik istenmeyen olgu ve olayların yaşanmaması, hukuki düzenlemelerden önce, eğitim ve ekonomik gelişmişlikle sağlanabilir. Ya da hukuk, çocukluk algısının yerleşmesinde bir üst yapı kurumu olarak düşünülebilir.


Üzerinde durmak istediğim temel nokta şu; başka insanların çocuklarını kendi çocuklarımız gibi görüp, algılayamadığımız sürece, çocuklara yönelik her türlü ayrımcılık, şiddet, cinsel olarak kötüye kullanma, iş yaşamında ucuz iş gücü gibi görme davranış ve tutumlarında azalma olamayacaktır.


Ve şu soru üzerinde herkesin düşünmesi gerektiğini düşünüyorum: “Bugün Irak ve Afganistan gibi yoğun silahlı çatışmaların yaşandığı yerlerde yaşayan çocuklar gelecekte savaşa mı barışa mı hizmet edeceklerdir? Gelecekte evrensel insan sevgisi ile mi donatılmış olacaklar, kendine benzemeyenden nefret eden bir önyargı mekanizmasına mı dönüşeceklerdir?” Bunun için en uygun örnekler yakın tarihte mevcuttur. Pakistan ve Hindistan arasındaki Keşmir sorunu ve oluşan ve neredeyse insanların genlerine işleyen tarihsel kin, I. Dünya savaşındaki Ermeni olayları ve oluşan tarihsel kin, II. Dünya savaşında meydana gelen toplu yok etmelerin insanlık üzerinde yarattığı tahribat ve öfke, 1960’larda Kıbrıs’ta yaşananlar ile Kuzey ve Güney arasında oluşan kin, İsrail ve Filistin arasındaki kanlı yok etme süreci ve sokaklarda ölen eli taşlı sopalı çocuklar ve dünyada oluşan/oluşturulan medeniyetler çatışması teorileri...


Olgu ve olaylara nasıl ve ne niyetle baktığımız çok önemlidir. Örneğin, bazı istatistiklerden bazı rakamları seçerek, günümüzde çocukların yaşam standartlarının nasıl yükseldiğini göstermek mümkündür. Belki de işin en kötü tarafı da bu; küresel savaş endüstrisinin, bilim ve bilim insanlarını kullanarak, gözümüzün önündeki dünyayı, görmek istedikleri göstermeye çalışmaları... Oysa, belki de, gezegenimiz şu anda tarihinin en çok yıkım ve kin yaratacak olan bunalımlarından birine gebedir. Ve bunu ortadan kaldırmaya yönelik uluslar arası bir bilinçten bahsetmek oldukça zor görünmektedir.


İnsanoğlu gezegende kendini daha çok güvende hissetmek için, herkesi kendine benzetmeye çalışmaktadır. Aslında temel çelişki de bu, insanoğlu bir diğerine benzemeyi reddetmektedir. Benzetilme yönündeki girişimlere bilinçli veya değil, tepki göstermektedir. Bu, insanoğlunun birbirine karşı olan güvenini azaltarak, saldırgan ve yıkıcı tepkiler geliştirmesini kolaylaştırmaktadır.


Gezegendeki enerji kaynaklarını ve üretilen maddi değerleri tek başına kullanmaya kalkmanın hiç de akıllıca bir şey olmadığı, 20. yüzyıldaki iki dünya savaşında herhalde yeterince açıklayıcı olmamış olmalı ki, 21. yüzyılda da aynı kötü senaryo ile kanlı ve iğrenç gösteriler yaşanmaya devam etmektedir. Bu kanlı gösteriyi durdurmanın olanağı yok gibi görünmektedir. Bunun için de şunu hatırlamak yeterlidir. 2. Dünya savaşında Nazi vahşetini yaşayanların çocukları, Ortadoğu’yu bir takım dinsel ritüellerin ardına sığınarak kan gölüne çevirmektedirler. Hindistan ve Pakistan dinsel ayrımcılığın yarattığı acıları yaşayanların çocukları tarafından hala huzursuz ve çatışmaya her an hazır bir atmosferde yaşamaktadır. 1960’lı yıllardan itibaren birbirlerine sarsılmaz bir kin bağıyla bağlanan Kıbrıs’ın Kuzey ve Güneyi, bugün kini yaratan yöneticilerin ruhunun gölgesinde, çocukları yoluyla bu kin bağını, dünyaya rağmen yaşatmakta kararlı görünmektedirler. Birinci Dünya savaşında yüzyılların ötesinden gelen derin sevgi bağlarını, basiretsiz yöneticilerin yanlış politikaları nedeni ile yitiren Türkler ve Ermeniler, Dünya topluluğunun seçkin üyelerinin de katkıları ile artık sarsılmaz bir kin bağıyla birbirlerine bağlıdırlar. Ve bu kini, yeni doğan her Ermeni ve Türk çocuğu biraz daha güçlendirmektedir. Çünkü, onlar kendilerine anlatılan kanlı ve vahşi epizotlarla büyümektedirler. Örnekler çoğaltılabilir. Ama sorun sanırım anlaşılmaktadır. Büyükler, çocukların duygularını ve düşüncelerini kısaca yaşamlarını kirletmektedirler. Bunu doğdukları andan itibaren evde yapmaktadırlar. Okulda yapmaktadırlar. Yazılı ve görsel yayın yoluyla yapmaktadırlar. Ve işin en kötü yanı, bütün bunları, çocuklarını sevdikleri! için yapmaktadırlar. Sonuç


Dünyada milyonca çocuk, beslenememekten, büyüklerin silahlarından çıkan mermilerden, mayınlardan, şiddete maruz kalmaktan, kötü çalışma koşullarından ölmektedir. Neden ve niçin öldüklerini bilmeden... Tıpkı neden ve niçin yaşadıklarını bilmedikleri gibi...


Dünya’da barışın yolu, yasalardan, zenginlikten, teknolojiden ya da bilimsel gelişmelerden geçmemektedir. Elbette bunlar önemsiz değildir. Ama bunlar sadece birer araçtır. Ve her araç, hangi amaçla kullandığımızla ilişkili olarak erdemden kötülüğe, bir çok şeye hizmet edebilir. Ama sevgi, sadece; iyiliğe, erdeme, güzelliğe ve barışa hizmet eder. Çünkü o araç değil amaçtır. Bütün çocuklar sevilmeye değer, masum, iyi ve güzel varlıklardır. (Burada kullanılan “bütün” kelimesi sonsuzluğu, zamandan önceyi ve sonrayı, hiçbir ön koşul olmadan bütün çocukları kapsamaktadır).


Çocukları sevmek, onlara zaman ayırmak, ayrılan zamanı dolu dolu geçirmek yani geçiştirmemektir. Çocukları sevmek, onlara değerli olduklarını hissettirmektir. Çocukları sevmek, onları en iyi bakıcılara bırakmak, yaşamını oyuncakçı dükkanına çevirmek, her istediğini karşılamak, sürekli öpüp okşamak, paraya boğmak, güzel giysi ve hediyelere boğmak değildir. Bu çocuğu, duygusal ve bilişsel öldürmek demektir. Bu empati yeteneğinden yoksunluk demektir. Empatik yoksunluk ise kötülük üretir. Belki de bu yüzden, yukarıdaki yapılmaması gerekenleri yapan anne-babalar, çocukları büyüdüğünde, çocuğun her yaptığına şaşarak, kendi masumiyetini kanıtlamak istercesine şu soruyu sorarlar: Biz nerede hata yaptık?


Kendi çocuğu dışındakileri sevmeyen her insan, kin okyanusuna bir damla daha eklemektedir.
__________________
7-8 Ağustos 2010 Tarihinde DİYARBAKIR'da yapılan Spor Tırmanış yarışmasını SİYASİ SEBEPLE protesto edip yarışmaya takım getirmeyen, aynı zamanda'da TDF Eğitmeni ve Spor kulübü BAŞKANI olan KİŞİ'yi ÖZEN'le kınıyorum.
binali isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Reklam Alanı
Cevapla

Popüler Sitelerde Paylaş

Etiketler
bir, Çocukluk, değer, olarak


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Çocukluk döneminde doğa sporlarının çevre eğitiminde kullanımı binali Doğa Sporları 0 23-04-2011 19:02
İyi Olmaya Değer proksi Kişisel Gelişim ve Spor 0 01-01-2010 21:14
kurbağalar ( denemeye değer) özlem58 Bilgisayar ve Eğlence 15 08-08-2008 13:43
İŞİTME ENGELLİLERDE ÇOCUKLUK EĞİTİMİ suedatug Engellilerde Spor 5 23-04-2008 00:28
OKUMAYA DEĞER...AMA MUTLAKA... hagi20200 Sohbet ve Tartışma 4 21-03-2008 02:17

Reklam Alanı


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:30.


Powered by vBulletin® Version 3.8.4
Copyright ©2006 - 2024, Türkiye'nin Beden eğitimi ve Spor Portalı
2007-2024 Türkiye'nin Beden Eğitimi ve Spor Portalı
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159